CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanması için İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile diplomasi yürüttüğünü belirterek, “Ancak İçişleri Bakanı Saray’dan aldığı talimatlar doğrultusunda kanun ve anayasa tanımaz bir biçimde bu girişimlerimize karşı durmuş, izin vermemiştir.” dedi. İstanbul Valisi Davut Gül’ün sosyal medya paylaşımına da tepki gösteren Emir, “Vali adeta ‘intikam aldık’ diyerek kendi pozisyonunu ortaya koymaktadır. Kendisi devletin valisi olmadığını, AKP’nin valisi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.” diye konuştu.
(ANKARA) – CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanması için İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile diplomasi yürüttüğünü belirterek, “Ancak İçişleri Bakanı Saray’dan aldığı talimatlar doğrultusunda kanun ve anayasa tanımaz bir biçimde bu girişimlerimize karşı durmuş, izin vermemiştir.” dedi. İstanbul Valisi Davut Gül’ün sosyal medya paylaşımına da tepki gösteren Emir, “Vali adeta ‘intikam aldık’ diyerek kendi pozisyonunu ortaya koymaktadır. Kendisi devletin valisi olmadığını, AKP’nin valisi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.” diye konuştu.
CHP Grup Başkanvekili Murat Emir, TBMM’de basın toplantısı düzenlediği basın toplantısında, 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanması içini yaptıkları girişimleri anlattı. Emir, şöyle konuştu:
“Dün, 1 Mayıs’tı ve 1 Mayıs’ta Saraçhane Meydanı’nda Sayın Genel Başkanımız, İstanbul örgütümüz işçilerimizle, emek örgütleriyle yan yana geldik, birlikte emeğin sesini yükselttik ve özellikle emeğin hakkını alması için sendikasızlaştırmaya karşı insanların sefalete terk edildiği bir dönemde işçilerimizin yaşadığı sorunları iletmek üzere, sesini yükseltmek üzere ve kanlı 1 Mayıs’ta 1977’de kaybettiğimiz canlarımızı anmak üzere alanlardaydık, tüm Türkiye’de alanlardaydık. CHP örgütleri de alanlardaki bu eylemlere yoğun destek verdiler.
Maalesef aslında 1 Mayıs anmalarının sembolik yeri olan, sembolik anlamı olan, özellikle kanlı 1 Mayıs’tan sonra 1 Mayıs anmalarının ana lokalizasyonu durumundaki Taksim alanının 1 Mayıs’ta kapatılmasını şiddetle kınıyoruz. Son derece yanlış bir tutum olmuştur. Daha öncesinde Sayın Genel Başkanımız Taksim’in işçilere açılması için büyük çaba göstermiştir. Özellikle İçişleri Bakanı Yerlikaya ile Sayın Cumhurbaşkanı’na da iletilmek üzere temaslar yürütülmüş ve özellikle Sayın Genel Başkanımız alana 1977 sendikasız işçi ile girme teklifini götürmüştür.
Bu, şu açıdan değerlidir: Taksim’deki 1977 katliamında canlarımızı yitirdik, onu anmak önemlidir. Ayrıca ülkemizde maalesef sendikasız işçi sayısı, sendikalı işçi sayısının neredeyse on katıdır. Dolayısıyla bu durumda emeğin bayramında, 1 Mayıs’ta sendikasızlaştırmayı gündeme getirmek çok önemliydi ama buna izin vermediler. Yine de yapılan mekik diplomasisi ile özellikle emek örgütlerinin, özellikle meslek örgütlerinin yan yana getirilmiş olması, onların kitleleriyle CHP örgütlerinin buluşmuş olması ve tek ses halinde emeğin hakkını almak üzere mücadele verilmiş olması son derece değerlidir ve önemlidir.
“İÇİŞLERİ BAKANLIĞI VE SARAY YİNE TAKSİM’İ İŞÇİLERE KAPATMIŞTIR”
Daha önce ifade ettiğimiz gibi Taksim 1 Mayıs’ta işçilerdir, emeğindir ve emeğe açık olmalıdır. Ancak hukuk tanımaz, Anayasa tanımaz AKP iktidarı, Anayasa Mahkemesi kararını bile hiçe sayarak Taksim’i işçilere kapatmıştır. Anayasa Mahkemesi, 2014-2015 kısıtlaması sonrasında sendikaların gittiği mahkemelerin son mercii olarak, Taksim alanının işçiler açısından ve 1 Mayıs kutlamaları açısından sembolik anlamı olduğunu, ortak hafızayı temsil ettiğini, bu nedenle bu toplantıların Taksim Meydanı’nda yapılmasının bu düşünceyi aktarmak noktasında önemli olduğunu; dolayısıyla alanın verilmemesinin, alanın işçilere kapatılmasının aynı zamanda ifade hürriyetini ihlal etmek olduğunu söylemiştir ve bundan sonra da AKP iktidarının yapması gereken, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına eksiksiz uymak iken, İçişleri Bakanlığı ve saray yine Taksim’i işçilere kapatmıştır.
Aslına bakarsanız burada saraydan daha farklı bir tutum da beklemiyoruz. Çünkü onlar örgütlü emekten korkuyorlar, Taksim alanından korkuyorlar ve işçilerle Türkiye’de yok sayılan, açlığa mahkum edilen ve hakları bir bir gasp edilen, her türlü baskıya ve yoksulluğa mahkum edilen milyonların yan yana gelmesinden korktuğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Bizler CHP olarak, iktidara yürüyen bir parti olarak, Türkiye’nin birinci partisi olarak özellikle 1 Mayıs’ta işçilerimizle, emekçilerimizle güvenlik güçlerimizin karşı karşıya gelmemesine özen gösterdik ve bu noktada yaşanan bu olumsuz görüntülerden de son derece rahatsızız. Ama bunlar olmasın diye öncesinde birçok iletişim kanalı kullanıldı, mekik diplomasisi kullanıldı ve maalesef yine de dün hepimizin gördüğü gibi o güvenlik güçlerinin su kemerini Çin Seddi’ne çevirdiği ve Taksim Meydanı’nı adeta etten bir duvarla kapattığı görüntüleri gördük. Yine işçilerle kimi eylemciler arasında istemediğimiz, provokasyona varabilecek olaylar yaşandığını gördük. CHP her zaman sorumlu bir anlayış içerisinde ve çözümün bir parçası olmak noktasında tavır gösterecektir. Bizim 1 Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılması konusundaki duruşumuz son derece nettir ama tabii ki bir provokasyona da izin verecek veya bir provokasyona yardımcı olmuş görüntüsü verecek her türlü tutumdan da kaçınmayı bir görev biliyoruz. Ama bilsinler ki önümüzde bir yıllık bir süreç var. Özellikle Taksim’in 1 Mayıs’ta emekçilere açılması için her tür mücadeleyi vereceğiz ve eninde sonunda Taksim Meydanı işçilere açılacak.
“BİLAL ERDOĞAN OLUNCA GALATA KÖPRÜSÜ’NE İZİN VERİLİYOR”
Daha önce 2010 yılında 3 yıllığına Taksim Meydanı’nı İçişleri Bakanlığı işçilere açmıştı ve bunu çok önemli bir demokratik atılım olarak övünmüşlerdi, değerlendirmişlerdi. Bu üç yıl içerisinde kimsenin burnu bile kanamadı. Yine 15 Temmuz darbesinden sonra AKP, Taksim Meydanı’nı darbeye karşı gösterilerin bir merkezi olarak kullandı o alanları, yine CHP olarak biz de orada Adalet Mitingi gerçekleştirdik. Yine aynı şekilde bakıyorsunuz söz konusu olan Bilal Erdoğan olunca, söz konusu olan TÜGVA olunca, Galata Köprüsü’nde bile böylesine bir toplantı yapılmasına izin verildiğini görüyoruz. Öyleyse 1 Mayıs’ta Taksim’i işçilere kapatmanın gerekçesi nedir?
Buradan soruyoruz: Anayasa tanımıyorsunuz, hukuk tanımıyorsunuz, kanun tanımıyorsunuz. Gerekçeniz ne? Kamu düzeni ve güvenliği. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararında da açıkça ifade edildiği gibi, burada söz konusu olan kamu düzeni ve güvenliği değil, demokratik toplumun gereklerine uygun olarak, ifade hürriyetinin bir gereği olarak ve Taksim Meydanı’nın toplumsal hafızamızdaki o kazınmış anlamı doğrultusunda Taksim’in işçilere açılmasıdır. Bu uğurda mücadelemiz de mutlaka devam edecektir.”
ALİ ERBAŞ’A YENİ ARAÇ TEPKİSİ…
Emir, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “araç sevdası”na ilişkin ise şöyle konuştu:
“Kendisinin altı makam aracı var. Sayıyorum: İki adet Mercedes, bir adet zırhlı Mercedes, bir adet Mercedes Vito, bir adet Audi A8 ve bir adet de kırmızı TOGG marka aracı varmış. Kendisi bütün bu araçlar yokmuş gibi, yetmiyormuş gibi kendi deyimiyle ihtiyaçtan yeni bir A8 araç kiralıyor. Bu aracın değeri 16 milyon liranın üzerinde. Bu kişinin lüks araç merakı olduğunu biliyoruz ve kendisini özellikle israfın mekruh sayıldığı, haram sayıldığı, dinimizin öğretilmesi ve dini hizmetlerin verilmesi için kurulmuş olan bir kurumun başkanı olarak israfa daha çok dikkat etmesi gerektiğini, israftan kaçınması gerektiğini bir kez daha anımsatıyoruz. Ülkemizde insanlar açlıkla, yoksullukla, işsizlikle mücadele ederken, yoksulluğun pençesinde inim inim inlerken, birilerinin, hele hele Diyanet İşleri Başkanı sıfatı taşıyan birinin yedinci makam aracını alması ve bu makam aracının da 16 milyon liralık lüks bir A8 araç almasını kınıyoruz ve kendisini bu davranışından vazgeçmeye çağırıyoruz.
Bakınız ne gariptir ki, 5 Mayıs 2023’te bir hutbe vermişler cuma hutbesinde; ‘israf, tüketirken tükenmek’ başlıklı bir hutbe verilmiş. Bir yandan bunları söyleyeceksiniz, bir yandan insanlara sabırlı olun diyeceksiniz yoksullara, aç insanlara ama diğer yandan siz yedinci aracınızı alacaksınız, yedinci lüks aracınızı alacaksınız ve bu aracınızda 16 milyon liralık A8 olacak. Bunu kabul etmek mümkün değil.
Tabii Diyanet İşleri Başkanı, saraydakiler lüks ve şatafat içerisinde yaşarken halkın gündemi bambaşka. Bakınız ülkemizde ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor ve bu ekonomik kriz de aslında temel olarak gıda krizi ve barınma krizi olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul Ticaret Odası, aylık yüzde 4,9, yıllık yüzde 78,8 enflasyon olduğunu söylüyor bu ülkede. Bu ülkede yarın TÜI·K açıklayacak, muhtemelen onların rakamları da bunlara yaklaşacak; Türkiye’de yüzde 80 enflasyon var, pahalılık var, mutfaklarda yangın var ama bu sorunlara kulağını tıkamış, kendi gündemleri ile meşgul olan bir siyasi iktidar var.”
“MİLYONLARCA İNSAN AÇLIĞA MAHKUM EDİLİYOR”
Türk-İş’in yaptığı hesaplara göre açlık sınırının 17 bin 725 lira olduğunu hatırlatan Emir, “Ülkemizde Türk-İş’in yaptığı hesaplara göre açlık sınırı 17 bin 725 lira olmuş, oysa ülkemizde asgari ücret 17 bin 2 lira. Asgari ücretin açlık sınırını yakalaması için bile neredeyse 800 liralık bir desteğe daha ihtiyacı var işçi kardeşlerimizin. Böyle bir ülkede milyonlarca insanın açlığa mahkum edildiği, asgari ücretin 17 bin lira olduğu, emeklilerimizin 10 bin lira maaşa mahkum edildiği bir ülkede bu lüks ve şatafatlı elbette kınıyoruz.” dedi.
Emir, 25 metreküp ücretsiz doğal gaz uygulamasının dün sona erdiğini hatırlatarak, “Yoksullar, dar gelirliler bugün birazcık daha yoksullaştılar. Bu sorunun da mutlaka gündeme gelmesi gerekiyor. Bu 25 metreküplük yardımın bir yıllığına kalmaması, bundan sonra da uzatılması şart. Bunu da iktidar sahiplerine duyurmuş olalım.” diye konuştu.
“YENİ MÜFREDATTA ATATÜRK’Ü, LAİK VE BİLİMSEL EĞİTİMİ HİÇ GÖREMİYORUZ”
CHP’li Murat Emir, MEB’in “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” kapsamında hazırladığı yeni müfredata da tepki gösterdi. Emir, şöyle konuştu:
“Milli Eğitim Bakanlığı, kendilerince on yıl boyunca çalıştıkları Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini açıkladı. Yaklaşık on bin sayfalık bir metin, son derece ayrıntılı incelenmeye ihtiyacı var. Ama bu metni internet sayfalarına koydular ve “bir hafta içerisinde değerlendirin, sonrasında sizden aldığımız görüşlerle tekrar üzerinde değişiklikler yapabiliriz” diyorlar. Bu son derece ciddiyetsizdir, son derece yanlıştır; bu, 86 milyonla alay etmektir. Siz on yılda hazırlanıyorsunuz, vatandaşa, eğitimcilere, üniversitelere, eğitimle birebir ilişkisi olanlara, öğrencilere ve velilere bir hafta süre veriyorsunuz. Bu akıl dışılıktan, bu alaycılıktan Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir an evvel vazgeçmesini bekliyoruz.
Yeni Maarif Modeline baktığımızda aslında bildiğimiz ideolojik saplantılarını, siyasal İslamcı düşüncelerini eğitim yolu ile çocuklarımıza empoze etmek dışında herhangi bir şey bulamıyoruz. Ülkemizin ihtiyacı olan bilimsel, laik, çağdaş eğitimdir. Ancak bu eğitim anlayışının hiçbir unsurunu bu yeni maarif modelinde göremiyoruz. Öncelikle yapılış yöntemi yanlış. Çünkü kapalı kapılar ardında kendilerince, kendi ideolojik dünyalarına yakın insan ve kurumlarla çalıştılar. Üniversitelerden görüş almadılar, sivil toplumdan görüş almadılar, birçok kurumu dışladılar, birçok kurumu görmezden geldiler. Kendi ajandalarına göre hazırlayabilecekleri kendi dünya görüşlerindeki kişileri topladılar ve böyle bir ucube modelle karşımıza çıktılar.
“YENİ MÜFREDATTA ŞERİATÇI BİR YAKLAŞIMIN AĞIR GÖLGESİ VAR”
Adı bile yanlış… Bir defa Türkiye Yüzyılı, AKP’nin seçim propaganda sloganı. AKP’nin seçimde kullandığı propaganda sloganını, adının önünde milli olan Milli Eğitim gibi can alıcı bir konuda çocuklarımıza nasıl bir eğitim modeli ile eğitim verileceğini ortaya koyan bir modelde isim olarak kullanmak baştan sonra pervasızlıktır, asla kabul edilemez.
Bir diğer nokta; eğitim diyemiyor Sayın Eğitim Bakanı, maarif diyor. Bir defa maarif Arapça bir kelime ve 1930’lu yıllardan sonra kullanılmayan bir kelime. Sayın Bakan, sizin eğitim kelimesiyle derdiniz ne? Siz Eğitim Bakanısınız, siz Maarif Bakanı değilsiniz. Dolayısıyla bu isimlendirme bile baştan sona o içindeki ideolojik yaklaşımı apaçık ortaya koyuyor. Bakınız, yeni müfredatta arıyoruz; Atatürk’ü, laik ve bilimsel eğitimi adeta hiç göremiyoruz. Yine aynı şekilde baktığımızda milli görüşçü, şeriatçı bir yaklaşımın ağır gölgesini görüyoruz ve özellikle İnkılap tarihi derslerinde dahi laiklik kelimesinin ancak birkaç defa geçtiğini hayretle görüyoruz ve bu tutumlarını da kınıyoruz. Bu çağdışı modelin çocuklarımıza vereceği, ülkemizin geleceğine vereceği herhangi bir katkı yoktur. Bu yanlıştan dönülmelidir. Çocuklarımızın hak ettiği bilimsel, laik ve çağdaş eğitimdir. Bunun ancak demokratik bir yolla tüm eğitim bileşenleri, hatta öğrenciler, hatta veliler katılarak ama bilimsel hiçbir yöntem dışlanmayarak hazırlanması şarttır.”
“İÇİŞLERİ BAKANI SARAY’DAN ALDIĞI TALİMATLAR DOĞRULTUSUNDA GİRİŞİMLERİMİZE KARŞI İZİN VERMEMİŞTİR”
Murat Emir, gazetecilerin ‘1 Mayıs’ ilgili bir soru üzerine; CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile diplomasi yürüttüğünü belirterek, “Ancak İçişleri Bakanı Saray’dan aldığı talimatlar doğrultusunda kanun ve anayasa tanımaz bir biçimde bu girişimlerimize karşı durmuş, izin vermemiştir.” dedi.
Emir, “CHP tabii ki Taksim’in işçilere 1 Mayıs’ta açılması için her türlü kararlılığın içerisindedir, her türlü kararlılığı göstermiştir ama bir noktadan sonra polisle çatışan, polisle yüz yüze gelen bir görüntünün içine girmek istememiştir. Hiçbir kimseyi de bunun bir parçası yapmamak konusunda daha hassasiyet göstermiştir ama tutumumuz nettir. Biz siyasi mücadelemizi özellikle Taksim’in 1 Mayıs’ta işçilere açılması için sonuna kadar sürdüreceğiz” ifadesini kullandı..
“AKP’NİN VALİSİ OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA ORTAYA KOYMUŞTUR”
Murat Emir, Saraçhane Bozdoğan Su Kemeri önünde yaşanan olaylara ilişkin ise şöyle konuştu:
“O görüntüler Türkiye’ye yakışmamıştır. İçimize sinmemiştir. O görüntünün yaratıcısı AKP’dir. Çünkü orada yürütülmek istenmeyen, gösteri yapmaları engellenen işçilerdir, örgütlü güçlerdir. ve o işçiler sağduyu içerisinde 1 Mayıs’ın 1977 ruhuna uygun bir biçimde ağırbaşlılıkla o alanı doldurmak üzere yürümüşlerdir. Orada elbette kimi provokatif unsurların olduğunu ve olabileceğini göz önüne alıyoruz. Ama polisimizin, güvenlik görevlilerimizin de burada çok daha dikkatli tavır almalarını beklerdik. Tabii biz burada oradaki güvenlik güçlerini özellikle emirleri uygulamakla sorumlu polis kardeşlerimizi anlıyoruz.
Ama o telsizin ucundaki polis müdürleri, asıl ucundaki İstanbul Valisi bu tavrıyla ilgili zaten apaçık meydan okumaktadır. Burada sayın Valinin ayar verdiği, neredeyse ‘intikam aldık’ duygusu ile paylaştığı kişiler işçilerdir, emekçilerdir. Sendika isteyen, kaybettikleri 77 arkadaşını anmak isteyen, yoksulluk ücretine karşı koyan, iş cinayetleri yaşanmasın diye mücadele eden işçilerdir. Vali adeta ‘intikam aldık’ diyerek kendi pozisyonunu ortaya koymaktadır. Kendisi devletin valisi olmadığını, AKP’nin valisi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.”